Aile Platformu, 10 Aralık İnsan Hakları Gününde bir bildiri yayınlayarak önemli konulara temas etti. Bugün bu konuda, insan hakları konusunda birçok STK’nın yayınladıkları bildirilerden; ki, bazılarının hazırlanmasına benim de katkım oldu, size onlardan genel bir özet sunmak istiyorum. Bu konuda dün kaldığımız yerden devam edelim.

Batılılar insan hakları diye çıktıkları yolda, İstanbul sözleşmesini, Lanzarote’yi, CEDAW’ı masaya koydular zaman içinde. Hem insanların başına bela olan iktidarları başa getiren onlar hem de Avrupa İnsan Haklarında, onlara karşı insanların hakkını savunanlar onlar. Onlardan kaçarken, aslında yine onların kucağına koşuyoruz.

Kendilerine, köklerini “Antik Yunan”a dayandırdıkları bir “Demokrasi” icad ettiler. “Ulus devlet sonrası laiklik, cumhuriyet, ardından barış, özgürlük ve hukuk düzeni inşa ettiklerini söylediler. İşgal ettikleri ülkelerin yağmalanmasının ardından ele geçirdikleri kitapları tercüme ederek yeni evrensel bir medeniyet inşa ettiklerini söylediler, ele geçirdikleri servetle bir iktisadi düzen, topladıkları alet ve edevattan bir sanayi devrimi icad ettiler. İnsan Hakları için referans kabul ettikleri, Salisbury Katedrali 1215 tarihli Magna Carta “Büyük Ferman” kralı John’un derebeylerle aralarında imzaladıkları bir anlaşmadan başka bir şey değil.

Ulus devletlerin doğuşu 15 Mayıs 1648 Westefelya anlaşması ile oldu. Derebeylerle, Kilise ile bir barış anlaşması yaptılar. Rönesans 15-16 YY’da, işgal edilen ülkelerden, doğudan, batıdan, Amerika, Afrika’dan getirilen el yazması eserlerin tercümesi ile başladı. Üniversiteler, bilim, sanat, felsefe, tıp ve mimari üzerinde yapılan çalışmalar Judeo-Grek medeniyeti olarak tescillendi. Ardından 1789 Fransız devrimi. Kiliseden bağımsızlaşan ulus devletler.. Ardından cumhuriyet, milliyetçilik, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm tartışmaları. Sanayi devrimi, kölelerden daha ucuza gelen, kontrol edilebilen işçi sınıfının doğuşu ve kölelere özgürlük!

İnsanlık  bugüne kadar demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ve çevrecilik yalanları ile oyalandı. Batı bu süreçte tarihin en kanlı, en acımasız, en uzun süreli yönetimi oldu.

Batılılar Westefelya sonrası bir uluslararası düzen inşa ettiklerini söylediler. 2. Dünya savaşı sonrası bu sistemi revize ettiler. Sonra 1972’de düzen bir kez daha revize edildi. 1991’de SSCB’nin dağılması ile artık tehlikenin rengi kırmızıdan yeşile dönmüştü. İslam dünyasında ardı arkası kesilmeyen darbeler ve terörün arkasında kimlerin olduğunu biliyoruz. FETÖ’nün, PKK’nın arkasında kim olduğunu da. 15 Temmuz’un kimler tarafından tezgahlandığını da Sabancı suikastının sanıklarının nerede ve kimler tarafından himaye edildiğini de.

Bizim geleneğimizde eşitlik yerine adalet esastır. İnsanlar kendi aralarında birbirlerinden üstün de olabilirler.. Erkek erkeğe, kadın kadına eşit değil ki, kadın erkeğe eşit olsun. Her ikisi de birbirinden üstün de olabilirler. Bugün Kuvayı Milliye ruhu ile ve Müdafa-yı Hukuk anlayışı ile ayağa kalkacaksak, kendi özümüze, kendi kavram ve kurumlarımıza dönmemiz, yeni bir medeniyetin ihya ve inşası için harekete geçmemiz gerekir.

Bu anlamda CoVID “korku pandemisi”nin rüzgârı ile insanların evlerine hapsedilmeye çalışıldığı böyle bir zamanda 5G, Starlink, NeuraLink, Nesnelerarası internet, DSÖ’nün HES Kodunu hatırlatan Global Sağlık Pasaportu, geçen yıl Davos’ta Hariri’nin sözünü ettiği, kola ve deri altına takılacak Chip, “Yeni Normal” dönem tartışmaları, “Global Reset”, zorunlu aşı ve “korku pandemisi”nin ardından bir yıldır tekrarlanan “evde kal, maske tak, kolonya kullan”dan ibaret ve çare olmadığı da görülen uygulamaların, ortaya çıkan farklı görüşler ışığında toplumda giderek artan güven kaybının giderilmesi için alınan kararların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Dünya ölçekli açıklanan rakamlar ciddiyetten uzak görülmektedir. Çin’in açıkladığı rakamlar da ABD’nin açıkladığı raporlar da ciddiyetten uzaktır. Öyle anlaşılıyor ki, ABD Çin’e çıkaracağı faturayı kabartmak için sayılarla oynamaktadır, her vaka Covid’miş gibi raporlanmaktadır. Çin’in açıkladığı rakamlar ise tamamen gayri ciddidir.

 

Dünyada her gün açlıktan 8220 çocuk ölüyor. Bu 2019 rakamı. Bu rakamın şimdi daha fazla olması gerekir.  Oysa dünyada 2020’de CoVID’den günde ortalama 3840 kişi ölmüştü. Zengin ülkelerin 1 yıllık gıda israfı ve lüks tüketimi, en azından yoksul ülkelerdeki çocuk ölümlerinin önlenmesi için bugünkü 100 yıllık bir kaynak oluşturabilir. Batıda aşırı beslenmenin sebeb olduğu obeziteye harcanan para, tüm dünyadaki açların tamamına yeter de artar bile.  

Yoksul ülkelerde çöplerden ekmek arayan çocuklar, gelişmiş ülkelerin refah ve mutluluğunun harcını karıştırıyorlar. Zalimlerden olmayalım diye, selâm ve dua ile.

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)