Türkiye AB üyesi olsa da olmasa da, AB’nin artık yüzleşmesi gereken bir “İslam” gerçeği var. 5 milyonu Türk ve 30 milyona ulaşan bir nüfus. Bu nüfusun önemli bir bölümü Osmanlı imparatorluğu topraklarından gelen nüfus. Önemli ölçüde sömürgelerden gelenler ve göçmenler var. Birçok önemli topluluk daha var, onlar da Avrupalı Müslümanlar. Sonradan Müslüman olanlar. Bunlardan bazıları evlilik yolu ile Müslüman olmuşlar.

Avrupa’da yükselen İslamofobya’yı okurken bu gerçeği gözardı etmeyelim. Şunu da görelim, “İslamofobya”, zaten var olan ırkçı, yabancı düşmanı çevrelerin işi ve bu politikaları, bu topluluğun sayılarının daha da artmasına değil, daha fazla erimelerine yol açıyor.

Müslümanlar, batıda, diğer dışlanmış, zayıf toplulukların, göçmenlerin hamisi olmak durumundadır, çünkü yabancı düşmanları zaten bu topluluğu birlikte değerlendiriyor.

Batıda akıl ve vijdan sahibi, bizlerle temas kuran birçok kişi bu tartışma ve çatışma sürecinde İslam’ı ve Müslümanları daha çok merak ediyor, daha çok soru soruyor ve daha çok kitap okuyor.

Bugün Avrupa’da İslam hakkında okuma yapanlar, Kur’an okuyanların sayısı İncil okuyanlardan daha fazla.

Batı insanı hızla kiliseden uzaklaşıyor. Kilise onlar için artık sadece kültürel bir aidiyet. Katoliği de böyle, Protestanı da. Vatikan zaten artık her türlü tartışmanın merkezinden yer alan, ruhaniyetini kaybetmiş, tarihi bir yapı. Laiklerin de Katoliklik de çöktükten sonra yeni dünyaya söyleyecekleri bir şey kalmıyor. Çünkü Laiklik, Katolik kilisesindeki ruhbanların dışında dindar kişilerin kilise karşısındaki pozisyonunu tanımlıyordu. Katoliklik çökünce onu dengeleyen Laik yapı da erozyona uğruyor. Aslında din arayışı içindeki herkes mutlaka İslam’ın kapısını çalacaktır. Burada bizim yapacağımız iş; güzel örnek, doğru bilgi ile ve hikmetle dinimizi insanlara anlatmaya kalıyor.

Batıda laiklerin kendi kültür standartlarına indirgenmiş, “Euro İslam” tuzağına düşmemek gerek. Eğer “Türk İslam, Arap İslam, Fars İslam” gibi sloganların peşine takılırsak, bu “Euro İslam”a, “Amerikano İslam”a kapı aralar. “Katolik İslam”, “Protestan İslam”, “Ortodoks İslam” gibi garabetler ortaya çıkar. Anglikan kilisesi, ya da Evengelik kilisesi nasıl ortaya çıktı ise öyle bir İslam da üretirler.

Türkiye’nin bu anlamda batıda oynayacağı rol çok önemli. İslam Türkiye siyasetinin Truva atı olmamalı. İslam bir dindir ve o Allah’ın insanlar için seçtiği dindir. Bizim Peygamberimiz de “Alemlere rahmet olarak gönderilen” bir peygamberdir. Biz İslam sancağını yükseltirken esasen ne Hz. İsa ve Meryem’i, ne de Hz. Musa’yı karşımıza alıyor, onlara karşı bir iddiada bulunuyoruz. İslam onları doğrulayan bir dindir. İsrailoğulları için kıral olan Hz. Davud ve Hz. Süleyman bizim için Peygamberdir. “Zebur” asıl olarak, Hz. Davud’a verilen ilahi bir kitaptır, o O’nun kendi sözleri değil.

İslam’ın batıdan doğup yükseleceği ile ilgili rivayetler birçok kaynakta zikredilir ve Güneş’in batıdan doğması bir mecaz olduğu da rivayet edilir bazı kaynaklarda. Bu anlamda Batıdaki İslami uyanış hamlesini dikkate almamız gerek.

 

Herhalde batıdaki İslami uyanışa paralel olarak, bizdeki batıcılar, Laikçi Kemalistler de bu yeni yönelişlerden etkilenerek İslam’ın hakikati ile yüzleşme gereği duyacaklardır.

Yaşadığımız süreç esasen herkesin din ve dünya gerçeğini yeniden sorgulaması için çok ciddi anlamda zorlayıcı bir etkiye sahip. Ölüm en büyük ibret dersidir. CoVID süreci bu anlamda sorgulamayı kaçınılmaz kılıyor. Bu süreç, o geleneksel dini kalıplar, yapıların da sorgulanmasına sebeb oluyor. Yani İslam toplumu da bu süreçte kendini sorgulamak ve yenilemek zorunda. Yani sadece Laikçi Kemalistler ya da batıcılar değil, onların eleştirilerine haklılık kazandıran birtakım söz ve eylemlerin de sorgulanması gerekiyordu. Yani bizim de “yeniden iman etmemiz” gerekiyor. İnsanların İslam’dan uzaklaşmaları sadece onların İslam düşmanlığından değil, bizim kötü örnekliğimizden kaynaklanıyordu.

Bu fitne zamanında gerçekten iman edenlerle etmeyenler belli olacak. Bir kırılma, çözülme, ardından bir toparlanma ve yeniden ayağa kalma dönemine girebiliriz. 

Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Mü’minler için tarih, insanlığın tarihidir. Allah (cc) bizden geçmiş kavimlerin başına gelenlere bakıp, onlardan ders almamızı ister. Bizler tarihin yaşayan tanıklarıyız. Tarihin kırılma noktalarından birinde yaşıyoruz. Yeni bir dünya kuruluyor. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve korkarım bu geçiş de çok sancılı olacak.

Bizim bundan sonra daha evrensel bir dil kullanmamız gerek. Amelin ayrıntılarından önce Tevhid temelli bir tebliğ metoduna ihtiyacımız var. Bizim dışımızdakilere İslam’ı anlatırken, onların anlayışlarına göre bir dil kullanmalıyız. Akıl, sezgi, vijdan ve hikmet temelli kuşatıcı, kucaklayıcı bir dile ihtiyacımız var. İlk dönem Müslümanları yüksek bir ilim ve hikmetle düşünürken müşfik bir nine-dede edası ile konuşabiliyorlardı. Daha sabırlı, daha merhametli, daha akıllı ve hikmet ve himmet yüklü olmamız gerek.

 

Bu geçiş döneminin sıkıntılarını en aza indirmek için aklımızı kullanmamız ve çabamızı artırmamız gerekiyor. Kendi aramızda tefrikaya düşmememiz gerekiyor. Allah’ın ipine sımsıkı tutunmamız gerekiyor. Cahillerden ve zalimlerden olmamamız en önemli şart. Daha dürüst, daha bilgili ve daha cesur olalım. “El emin” olalım. İnsanlar elimizden, dilimizden, yaptıklarımızdan emin olsunlar. Yoksa halimiz yaman!

Aman efendim aman, galiba ahir zaman! Ahir zaman Peygamberinin ümmetine selâm olsun. Dua ile.

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)