İster hayır, ister şer olsun, başımıza gelen hiçbir şey Allah’ın iradesi dışında değildir. Burada bütün sır şurada: Biz Allah’ın iradesi içinde O’nun rızasına tabi olacak olursak, kurtuluşa erenlerden oluruz.

Bizi gören, duyan, bilen, kadir-i mutlak bir Allah var! O’nun ipine tutunanlar mahzun olmayacaklar.

Bu dünyada her şey geçicidir. Sabreden, şükreden, Allah’ın ipine tutunarak direnenler (Çaba gösteren, cehd edenler) kazanacaktır.

Bu dünyanın bir yaratılış hakikati var. İmtihan oluyoruz. Allah, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek bizi imtihan ediyor.

O’na yaklaşmak istiyorsak, günahlardan uzaklaşalım ve tevbe edelim.

İnsanı kutsamanın alemi yok. O “ekmel-i mahlukat”, “eşref-i mahlukat”, “zübde-i kainat” olabileceği gibi, “belhum adal” da olabilir ve insanların çoğu hidayet üzere değildir.

İnsanın iki günü birbirine eş olmayabilir. Bu hem olumlu, hem de olumsuz anlamda olabilir. Yani insanlar hidayete de erebilirler, sapıtabilirler de. Müşrik toplumlar kendi tanrılarını, ritüellerini, seremonilerini kendileri tanımlıyorlardı. Kimi “Kutsal ruh” diye ya da “Evrenin ulu mimarı” diye, Cin ve Şeytanlara tapıyorlardı, ya da yıldızlara tapıyorlardı.

Bugün modern toplumlarda da bir şekilde  kültür, yaşam tarzı, bilim, siyasi düşüncelerine dayalı ideolojiler dinin yerini alırken, kimi topluluklar dinin özüne yabancılaşarak kendi algı ve yöntemlerini dinin yerine ikame ettiler..

 

Aslında Hristiyanlık da sentetik bir din. Özellikle Katolizm Saul’ün Hz. İsa’dan yarım asır sonra çıkardığı, Pagan kültürünü İsevi gelenekle sentezleyerek ürettiği bir din. Protestanlık Katolizm’e tepki olarak doğdu. Ortodoksluk parçalandı ve kabile geleneklerinin töreleri içine hapsoldu.

Batı, bugün İslam’ı / Müslümanları da kendine benzetme çabasında. İslam eğer “BİREY”sel planda vicdanlara, toplumsal planda mabetlere hapsedilir, din, ritüel ve seremonilere boğulabilirse, bir de din adamı sınıfı ihdas edilip, din ekonomi, siyaset ve toplum hayatından izole edilerek hayattan soyutlanabilirse, ki laiklik ve sekülerizm tartışmasının arkasındaki asıl sebep bu, o zaman, kendilerini  bu işi başarmış kabul edecekler.

Bakın, CHP ve darbe dönemlerinde, o zalimler bizi laikleştiremedi. Ama bizimkiler döneminde iktidar ve servet ilişkileri bizi dünyevileştirdi. Daha farklı bir ifade ile sekülerleştirdi. Birbirimizle rekabet etmenin ötesinde çatışmaya başladık. Birilerimiz dünya mal ve makamına ulaşmak için dini basamak olarak kullanmaya kalktı.

Din temelli çatışmaların çoğunun arkasında siyasi bir hesaplaşma var. 

Biz dünya makamını ve parasını, hayatı dönüştürmek için isteyerek çıktık yola, ama geldiğimiz yerde biz başkalarını dönüştürmek isterken, Şeytan bizi dönüştürdü. Hayallerimizin dışında bir yere savrulduğumuzu anladığımızda da çok geç olmuştu. Hem dünyanın hazlarını çok sevmiştik.

Şimdi düşünüyorum da başkalarının sahip oldukları şeyleri biz de arzuluyormuşuz sanki. Onlara sahip olunca o eleştirdiklerimize benzemeye başladık. Yani kısacası, bir hayatı, siyaseti, toplumu dönüştürmek isterken, biz dönüştük. İnandığımız gibi yaşamayı bırakınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık hatta. Hayatı eve sığdırmaya çalıştığımız gibi dini vicdanlara ve mabetlere sıkıştırmaya çalıştık. Din sadece birtakım SEREMONİ, RİTÜEL ve İKONA’lara, daha doğrusu alınıp satılan, ihale edilebilen nesnelere, META’ya dönüştü, hayatımızda.

Seremoni, Ruhbanlı dinlerde ve devlet gibi hiyerarşiye tabii  yerlerde, resmi işlerde uyulması gereken kural, yol ve yöntemlerin tümünü ifade ediyor..

 

Ritüel, din, tapınma, büyü gibi geleneksel ayin benzeri tören. Masonik kurallar, sembolik  özel kıyafetler ve makyajlarla yapılan, şaman ya da pagan ayinlerine benzer uygulamalara denilir. İkonalar ise, bizatihi kendisi kutsal olmamakla birlikte, kutsiyet atfedilen, resim, heykel gibi objelere verilen ad. Bunlar servet ve saltanatla birlikte, iktidarların din adına toplumları güdülemek için kullandıkları enstrümanlardır genellikle. “İkona” aynı zamanda, “idol” gibi “put” anlamına da gelir. Mesela eski Bizans’ta İkonoklast dönem, “Put kırıcılığı dönemi” olarak tanımlanır. 1. ve 2. dönemler 8. ve 9. yy’da ortaya çıkmış ve İkonoklast adı verilen put kırıcılar, ikona karşıtlığını “10 Emir”deki  yontulmuş heykeller ve kazınmış resimlere” tapınılmamasına dayandırmışlardır. Bugün, İslam dünyasında bu anlamda ciddi bir yozlaşma süreci yaşanmaktadır. Din, ruhbanlar, törenler, sembollere indirgenmeye çalışılmakta, iktisadi, içtimai, siyasi hayattan tecrid edilmeye çalışılırken, geçmişte yaşayan ataların gelenekleri ile sentezlenerek yeniden üretilmeye çalışılmaktadır. Onun için Türk İslam, Arap İslam, Fars İslam, Sufi İslam, Selefi İslam, Şii İslam, Euro İslam, Amerikano İslam, Protest İslam gibi farklı İslam telakkilerinden söz edilebilmektedir.

Oysa Allah’ın dini tektir. Kim ona bir şey eklemek ve çıkarmak isterse, din aradan çekilir, kişi eklediği ve çıkardığı ile baş başa kalır. Din Allah, resul ve kitabdan ibarettir ve aynı Allah’a, resulüne ve kitaba iman edenler, tek bir millet, tek bir ümmet, tek bir cemaattir ve onlara “İslam”, “Mümin” denir. Şimdi hepimizin yeniden oturup, düşünmesi ve bir karar vermesi gerek. Evet, biz, alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman Peygamberinin ümmetiyiz. Fitne zamanıdır. Kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsak, önce tevbe edeceğiz, üstümüzdeki kul hakkından, haksız elde edilmiş mal ve makamdan uzaklaşmamız gerek. Sonra dua etmemiz gerek. İmanımızı tazeleyip, iyi şeyler yapmamız ve fitne karşısında Sabredenlerden, şükredenlerden, istişare ve şûra ile direnenlerden olmamız gerek. Başka çıkış yolu yok. Görevimiz, insanlığı yaratılış gayesine çağırmak, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmaya davet yönünde olmalıdır. Selâm ve dua ile.

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)